26 Aralık 2025
Demek ki ben sorunlu değilim, bir hikâyem var.
Bunu kimseye yüksek sesle sormuyorsun.
Çünkü dışarıdan bakıldığında her şey yolunda görünüyor.
Gülüyorsun. İşini yapıyorsun. İnsanları idare ediyorsun.
“Güçlü” denilen yerdesin.
Ama akşam yalnız kaldığında,
telefon sessize alındığında,
günün sesi çekildiğinde…
içinde bir boşluk beliriyor.
Ve hayır, bu dramatik bir boşluk değil.
Ağlatan, parçalayan bir şey de değil çoğu zaman.
Daha çok şöyle bir his:
“Bir şey eksik ama adını koyamıyorum.”
(Hayır hayır, ben klişelerden hoşlanan bir psikolog değilim 🙂)
Bu boşluk, genelde dışarıdan fark edilmez.
Çünkü sen onu bastırmayı öğrendin.
İşe giderken, insanlarla konuşurken, sorumluluklarını yerine getirirken…
O his arkada durur. Bekler.
Ama sen durduğunda ortaya çıkar.
Belki de en zor tarafı şu:
Hayatında gerçekten “çok kötü” giden bir şey yoktur.
Bu yüzden kendine kızarsın.
“Şükretmem gerek.”
“Abartıyorum.”
“Daha ne istiyorum ki?”
İşte tam bu noktada, birçok kadın kendi duygusunu susturur.
Çünkü mutsuzluğun bir gerekçesi olması gerektiğine inanır.
Oysa insan bazen gerekçesizce yorgun olabilir.
Otuzlu yaşların sonuna yaklaşırken bazı sorular daha sık gelmeye başlar.
Ama bunlar yüksek sesli sorular değildir.
Kimseye anlatılmazlar.
“Ben bu hayatı gerçekten seçtim mi?”
“Yoksa bir şekilde içine mi girdim?”
“Ben mi buyum, yoksa benden beklenen kişi mi?”
Bu sorular korkutucudur.
Çünkü cevabı bulursan, bir şeyleri değiştirmek gerekebilir.
Ve değişim… sandığımız kadar romantik bir şey değildir.
Bazen yalnızlaştırır.
Bazen netleştirir.
Bazen de insanın alıştığı her şeyi sorgulatır.
Psikodinamik açıdan baktığımızda,
bu “ne istediğini bilememe” hali bir kararsızlık değildir.
Çoğu zaman çok erken yaşta öğrenilmiş bir uyum hâlidir.
Belki bir zamanlar şunu öğrendin:
Sorun çıkarmamak güvenlidir,
İdare etmek daha az acıtır,
Güçlü olmak hayatta kalmayı sağlar.
Ve sen bu stratejileri çok iyi kullandın.
O kadar iyi kullandın ki,
bir süre sonra kendi ihtiyaçlarınla bağlantın zayıfladı.
Bu bir eksiklik değil.
Bu bir uyum başarısıdır.
Ama her uyum, her döneme uymaz.
İnsan bazen ne istediğini bilemez,
çünkü yıllarca ne istememesi gerektiğini öğrenmiştir.
Kırılmamak için susmayı,
yalnız kalmamak için idare etmeyi,
sevilmek için güçlü görünmeyi…
Bunların hiçbiri senin hatan değil.
Ama hepsi bugün seni yoran şeyler olabilir.
Belki de şu anda yaşadığın şey bir kriz değildir.
Bir çöküş hiç değildir.
Daha çok bir içten içe uyanma hâli gibidir.
Artık eski çözümler işe yaramıyordur.
Eskiden seni ayakta tutan şeyler,
şimdi seni içinde tutuyordur.
Ve bu çok sessiz olur.
Dışarıdan kimse fark etmez.
Ama sen hissedersin.
Burada sana umut vermek isterim ama
bunu pembe cümlelerle yapmak istemiyorum.
Her şey bir anda düzelmez.
Bir sabah kalkıp “tamam, artık oldum” demezsin.
Ama şunu yapabilirsin:
Belki de soruyu değiştirmek gerekir;
“Ben ne istiyorum?”
Bu soru ağırdır.
Bazen insanı kilitler.
Onun yerine daha sessiz bir yerden başlamak mümkün:
“Ben artık neyi taşımak istemiyorum?”
Bu soru cevap istemez.
Sadece bir his bırakır.
Ve çoğu zaman insanı daha dürüst bir yere götürür.
Kendini düzeltmek yerine kendini izlemek;
Kendini değiştirmeye çalışmak yerine,
kendini izlemeye başlamak.
Ne zaman geriliyorsun?
Hangi anlarda içinden geri çekiliyorsun?
Kimin yanında kendin olmaktan vazgeçiyorsun?
Bunlar çözümsüzlük değil.
Bunlar pusula gibidir.
Sana “yanlışsın” demezler.
Sadece yön gösterirler.
Belki hayat senden büyük kararlar beklemiyordur.
Belki bir şeyleri yıkmanı da istemiyordur.
Belki sadece şunu fark etmeni bekliyordur:
Bazı alışkanlıklar sadakat değildir.
Bazı dayanıklılıklar erdem değildir.
Ve bazen değişim;
daha güçlü olmak değil,
artık kendine daha az sert davranmaktır.
Bu yazı sana bir cevap vermek için yazılmadı.
Belki sadece şunu hatırlatmak için yazıldı:
Kendini kaybetmiş değilsin.
Sadece uzun süredir
kendinle sessiz bir mesafedesin.
Ve mesafeler, fark edildiğinde yavaş yavaş kapanabilir.
Uzman Psikolog Barış Süha Serçe